16 Kasım 2008 Pazar

ÇİLEKLİ PASTA

- Ezgi Naber?

- Aaaa iyiyim sen?

- İyiyim ben de…Ne güzel olmuşsun kıs sen bugün?

- Ben..Ben mi? Ee şey sağol
..(Çabuk toparla, çabuk salaklaşma hemen toparla!) Her zamanki halim cicim! (Eh o sonundaki cicim olmasa daha iyi olabilirdi!)



Karşılıklı gülümsemeler…



- Yeni iş yaramış valla…Bana da sözün var unutma!

-
(Seni hep seveceğim söz, onu diyorsan..! Unutmam!) Unutmam Çilekli pasta!…

- Sadece çilekli değil çilek şeklinde…!!

- Tamam şekli de çilek unutmam…

- İlk karşılaştığımızda ki yaşımız epey küçüktü..Kulağında çilek şeklinde küpeler vardı, hep onu hatırlarım..Ne komik kız demiştim içimden çilekli küpeleri var..!

-
(Senin koyu mavi yanları cepli kotun , üzerinde de beyaz tişörtün vardı…Saçlarının bir bölümü hiç yatmazdı erkek çocuklarına has bir inatla, geriye doğru jölelemiştin o gün de…) Yani…Pek hatırlamıyorum öyle miydi?

- Nasıl hatırlamıyorsun ya!? Seni kızdırmıştım ”küpede” meyve seviyorsun galiba diye aman 10 gün surat etmiştin bana..

-
(Salak o suratı ben yan sınıftaki Ayla’yla çıkıyorsun diye etmiştim! Gerizekalı!!) Hııııı hatırladım..Çocukluk işte!

- Neyse ne tarafa gidiyorsun sen?

- Şeye uğrayacağım şurdan, gelincikli pasta siparişi aldık da kuru çiçek filan bakıcam Ulus’taki bir dükkandan…

- E gel bırakayım ben seni? Hem laflarız yolda, özlemişim, karşılaşmaz olmuştuk …

-
(Laflar mıyız? Özlediysen..Geleyim ben o zaman di mi doğrusu bu sanırım şuanda…)Yani benim için şey etme de..

- Yok senin için şey etmiycem yolumun üstü! Hadi atla!




Gülüşmeler…Peki o zamanlar…




- Aman yolların haline bak kaz kaz bitiremediler..

- Evet ya..

- Yalnız iki dakika oyalansak şu yoldan gidip senin için sakıncası var mı? Bürge’yi de alıcam da iş çıkışı..Hem tanışmış olursunuz..

-
(Bürge? Bürge’de kim şimdi ya? Nasıl isim hem o hiç sevmem çok zor söylenir.) Tabi canım ne sakıncası olucak Birge, ay Bürgü yani tanışmış oluruz onunla da..



Donuk sarı binanın önünde hafif bir fren..Kapı açılması ve kapanması…



- Merhaba aşkıııımm!!

- Merhaba canım, bak bu Ezgi benim çook eski arkadaşım, belki bahsetmişimdir..

- Bahsetmemiştin ama çok memnun oldum, ben de Bürge…

- Ben de oldum memnun, merhaba
…(Cümlelerim de kendim gibi devrildi buyur bakalım!! Bahsetmemişmiş!!..)

- Ezgi bak bu yoldan gidiyorum sana uygun mu? Nerde inmek istiyorsun?

- Ben..Ben aslında ölmek istiyorum!




Sese yönelen kafalar…




- (Allah kahretsin!!! Sesli söyledim yaaa inanamıyorum!!!) Şey inmek, inmek istiyorum burada uygunsa sana da..Bana uygun da o açıdan…

- Haaaaa..Ha ha ha!! Ya ölmek anladım Allah iyiliğini!!

- Yok canım inmek, inmek! Hay Allah!

- Tamam canım...Bak üstgeçitte durdum oradan geç..

-
(Gözlerim yaşaracak düşünceliliğinden! İnşallah bunu içimden söylemişimdir!..)

- (İnerken, alçak sesle) Ezgi ya şu çilekli pastayı haftaya Salı'ya yapar mısın cidden? Bürge’nin doğum gününe yaptırmak istiyordum aslında arayacaktım ben de seni sipariş için…

- Ta..Tabi…

- Tamam ararım sonra seni..

- Ezgicim memnun oldum..

- Ben de Burgü!
( Hay adını!)

- Görüşürüz…

- Görüşürüz
…( Açarsam da o telefonu, yaparsam da o pastayı şerefsizim!!)



Böyle olması tabiiydi, pek tabiiydi..

“Çilekli pasta”, demişti bir kere usta; “çok ince iştir, görüntüsü çok güzel tadı da ne kadar tatlıyı çağrıştırsa da aslında biraz ekşimtrak olmalıdır…Makbul olan budur..”


6 yorum:

Berşan Kayıkcı dedi ki...

çileklerle döviim mi o ekşimtrak dallamayı ?
(:

Özgür Ceren Can dedi ki...

vay be ustaya bak...felsefeye bak... kadere bak... şu hırt Berşan'a da bak... bak oğlu bak!

Esma Burcu Sereli dedi ki...

Ekşimtrak dallama!!!:))))))Pek güldüm!:)))

ix dedi ki...

Akıcı ve güzel.

Adsız dedi ki...

"Ebekulak" vardır bir de, Atilla Atalay'ın, onun sıcaklığında geldi...

EBEKULAK
Orda duruyor.. Nasıl olsa göz göze gelicez… Ama ilk hareket ondan gelmeli,bekliycem.. Kahretsin, yine çok güzel, çok.. Aklıma tüküreyim nasıl da terkediştik Yasemin'le… Okulun kantinindeydik galiba, "sen" dedi, "Hamama gider kurnaya, düğüne gider zurnaya aşık olursun" …
"Sana ne kızım gönlümün kahyası mısın" gibisinden laflar geveledim…
"Köpek gibi geri dönersin ama" dedi.. O lafı demeseydi, hemen ertesi gün dönerdim belki.. Ne o, ne de ben dönmedik ve üç yıl sular seller gibi geçip gitti…
Olanca güzelliğiyle orda oturuyor… Beni gördüğünü biliyorum… Yanına gidip "merhaba" desem çok büyük bir taviz sayılmaz herhalde..
Yanındayım… İlk darbeyi "şişmanlamışsın" diyerek indirdim… Karşı saldırı anında geldi, beni öldüren gülümseyişiyle "senin de saçlar gidiyo galiba" dedi… Arada boşluk bırakmadan "Gamzeni naaptın?" diye sordum. "Yanağında gamzen vardı, aldırttın galiba… Ya da fondötenlerin altında kalmış, gözükmüyor".. Kıvılcımlar saçarak; "Hayatımda suratıma fondöten sürmedim ben" dedi. Güzel, sinirlendi.. Yumuşatmalıyım.. "O zaman gül bakalım, gamzen yerinde mi görelim" …Hemencecik güldü… Yavru kedi mi yuttum, içimi ne tırmalıyor? Niye kalbim küt küt atıyor ki?
Bir gülüşte böyle olursam, sonrası napar beni… "Sahilde yürüyelim mi, banklara otururuz" dedi… İşte zafer! Belli ki o yavru kediden Yasemin de yutmuş… Yürüyoruz… Saatine baktı "İki saat sonra Özkan işten çıkar" dedi… Özkan ha.. Demek Özkan… Kasten ismini yanlış söyleyerek, "Ne iş yapıyo bu Öztan?" dedim.. "Reklamcı" diye yanıtladı… "Ben tanıyo muyum bu Özcan'ı"… Durdu, kızdı ama belli etmiyor… ""Tanımazsın, Özkan Boğaziçi'nden" .. Demek Özkan Boğaziçi'nden … İyi..Aferin Özkan'a .. Bravo yani… Eşşooleşşek Özkan.. İbibik.. Badem… Bakışlarımdan düşüncelerimi okumasın diye denizi seyrediyorum… "Senin Minö napıyo?" diye sordu… "Minö" ne demek be kızım… Benim taktiğimi kullanıyor… Ben ısrarla "ipimde diil" muamelesi çekerek herifin adını yanlış söyledim ya… O da benimkinin adını tahrif ediyor… Mine yerine Minö.. Pes yani..
Bari Emine falan de be kızım… Yuh yani… Feci dalga geçti kaltak benle…
"Gitti,Amerika'da" dedim…
Çay bahçesindeyiz… O da ne? Yasemin'le şarkımız çalıyor… "Arap saçı" … Ha ha ha… Şimdi bittin işte kızım … Hele bi şarkının "orası" gelsin… "gönlüm söz dinlemiyor, sevdiğimi ver diyor,kim görse şu halimi bir daha sevme diyor…ah aşk yüzünden arap saçına döndüm,çöz beni arap saçı, çivi çiviyi söker, budur bunun ilacı…"
Peki bana nooluyo lan? Şarkıyı dinlememek için içimden "Gün doğdu hep uyandık, siperlere dayandık" marşını tekrar ediyorum… O da kafasını çantasına daldırıp "bişeyler arıyormuş" rolü kesiyor…
Şarkı yüzünden iki tarafta da zaiyat yok… Bravo, direncine hayranım bu kızın… "Gitmeliyim" dedi… Giiit.. "Kal" mı diycem sanıyosun… "İyi" dedim… "Sen bilirsin" …Git,git…Özkan bekliyodur…Yürrü… Son bıçağı sapladım: "Kilo vermeye çalış.. Özton'a benden selam"…
Usulca kalkıp masadan uzaklaştı… Ardından bakıyomuş gibi olmamak için, masa örtüsündeki kırmızı kareleri saymaya karar verdim…Bir.. Beş,..On… Allahım… Ebekulak… Beykoz'da dolaşırken… Tam dört yıl önce yerde bulup ona vermiştim… Kocaman bir salyangoz kabuğu… "Bizim köyde bunlara ebekulak derler… Yağmurdan sonra çimenlerin üstünde bür sürü olur..
Çocuklar avucuna alıp şarkı söyler… Al , senin olsun, beni hatırlarsın"… Şimdi o ebekulak iki kırmızı karenin arasında öylece duruyor… Şarkı sırasında çantasını karıştırıyordu… O zaman koymuş olmalı… Silah olarak ebekulak çekeceğini hesaba katmamıştım… İçimdeki yavru kedi debelendi… Diyememeklerle geçen ömrüme bir de "Yasemiiiiinnn" sözcüğü eklendi… Yüz kırmızı kare… Bin kırmızı kare…

Esma Burcu Sereli dedi ki...

Bu güzelim hikayeyi 6 ay sonra gördüğüme inanamıyorum :/
Atilla Atalay candır ama Ebekulak'ı okumamıştım, çok çok güzelmiş :)
Tanıştırdığınız için teşekkür ederim :)